Pazar

“Aslı Nedir?”

Geçenlerde sanatçı bir ICQ arkadaşımla, ikimizin de hayatımızın farklı zamanlarında, “Aslı Nedir?” isimli bir kitabı yayınlamayı düşündüğümüzü keşfettik. Şaka yollu, hadi var mısın, dedik birbirimize... İkimiz de, o kitabın aslında çıkması gerektiğine dair hiç de şaka yollu olmayan ciddi bir ortak isteği taşısak da, yine de öylesine bir değinip gülmeyi yeğledik.

Neyin aslının ne olduğundan mı bahsediyorduk? Dönüp de baktığımızda yıllar boyunca birçok diploma sınavında, birçok yarışmada, birçok sergide, birçok etkinlikte sunulan onlarca sanat eserinin, aslında ne kadar zaman önce, bilmem hangi ülkede, bilmem hangi sanatçı tarafından yapılan ve hatta bilmem hangi periyodik yayında yer alan eser olduğunu “ortaya çıkartmaktan”... Ülkemizde bir kısmı ödül kazanan, bir kısmı o sanatçının en önemli eserlerinden sayılan, bir kısmı ise bizzat o sanatçı tarafından “kendi sanatının yeni bir öncü cümlesi” olarak sunulan onlarca resim, heykel, performansın “asıl sahibi” bir başkası...


Şimdi diyeceksiniz ki, “neden böylesi yararlı bir çabadan geri duruyor, ondan şaka yollu bahsediyorsunuz?” Ah, siz bir o isimler arasında kimler, kimler var bilseniz! O isimleri bir yerlere getiren etkin ve yetkin sanat ortamı tarafının bizi topa tutmasından mı korkuyoruz? Yooo. Eserlerinin önemli bir bölümünü, -hepinizin tanıdığı yönetmen Carlos Saura’nın öz kardeşi Antonio Saura’nın ondan yirmi yıl önce yaptıklarından- çalan bizzat o hırsızlardan birinin dediği gibi: Topa tutulmak iyidir. Reklam olur; iyi de olur, belki de.

Şaka bir yana, düşünüyorum da niye yaşayalım bu ortaya çıkarma çabasını?! Geçerli cevap bulamıyorum. Sanatsal yaratımın niteliğine, özgünlüğüne sahip çıkan sanatsever bilinçli bir topluluk olsa, uluslararası sanat ortamını da zaten bizim gibi izler ve görüp bildiklerimizi görür, bilir; tepki gösterir. Varolan sanatsever topluluk, bu ortaya çıkacak bilgiyi arzu ediyor olsa, zaten o araklanmış sanat eserlerinden çok önce gelen miyadı çoktan dolmuş dekoratif işlere para yatırıp da duvarını süslemez.

İnanamayacaksınız biliyorum ama, kimi “eleştirmenlere”, işlerini/sergilerini anlamlandırıp güzellediği ve kendi kaleme aldığı yazılara “imza atma” şansı veren sanatçıların olduğu bir ortamda, bazı sanat eleştirmenlerinin kendi elleriyle para karşılığı eleştiriler yazmasının ne sakıncası olabilir ki? O eleştirmenlerden, bizim sanatçı kimliğimizin fütursuzluğu ve oyunbazlığı ile acı acı gülerek izlediğimiz hırsızlıkları bizden önce ya da bizim yanımız sıra “ortaya çıkarma”sını nasıl bekleriz ki? Onlar kendilerini bilgili, yeterli ve bağımsız hissetmiyor ve uyarı görevlerini yerine getirmiyorsa, bu işi yapması gereken biz miyiz? Sorumluluk? Kime karşı? Hangi zeminde? Veren memnun, alan da; ödülleyen de, yayınlayan da, eleştiren de!..

Bize, biz gibilere ne kalıyor?

Öncelikle, böylesi bir etik suçu saklamayı bile kendi varlığı için gerekli gören bu sanat ortamının verili ilişki ağına çok fazla bulaşmamak... Kirlenmemek... Kendi yaratımımızın özgünlüğü ve niteliği ile ilgili kaygılarımızla bir kez daha barışmak... Her geçen gün, bu “suçun” daha zor işlenmesi ve giderek de işlenememesi için, elimizden geldiğince uluslararası sanat ortamının değerlendirme ölçütlerinin ve veri donanımının, ülkemiz sanat ortamı için de geçerli olacağı bir yarın adına uğraşmak.

Bu görev, aslında öğrenmenin yolunun, –genel olarak- kendilerini kısıtlamaktan başka bir şeyi neredeyse yapmayan öğretmenlerinden geçmediğini bilmesi gereken güzel sanatlar öğrencilerinin çabalarını da gerektirir.

Bir sergide, karşı karşıya kaldığı sanat eserini “okumakta” güçlük çeken ama bunu aslında çok isteyen izleyicinin, bunu öğrenmenin yolunu bulmasını da gerektirir.

Yazdığı eleştirinin “bağımsızlığını” tartışmayı akla getiremeyecek kadar dürüst ve yetkin bir yerden yazan eleştirmen ve sanat tarihçilerinin varlığını da gerektirir.

Bir insanın kıta kıta dolaştırabilecek bir uluslarası ilişki ağı kurabilme becerikliliğinin, iyi bir seçici/sergileyen olması için yeterli olmadığını görmesi gereken genç sanatçıların sayısının artmasını da gerektirir.

En önemlisi, benim sanatçı bir ICQ arkadaşımla yaptığım bu diyaloğun, bu yazıyla sizlere akan ruhunun anlam kazanmasını sağlayacak bir yaygınlıkta sanat üretiminin yavaş yavaş varolmasını gerektirir.

O zaman arada bir bile olsa, bu kitabı yayınlamayı hiç düşünmeyiz. Emin olsunlar, rahat olsunlar!

Hiç yorum yok: