Pazar

Odalar...

Bugün size bir sanat etkinliğimden sözedeceğim. İsmi, “Odalar”.

Henüz hedeflediği sergiye ve kitaba dönüşemeyen bu sanat etkinliğinin geleceği konusunda kafam karışmış durumda... Galiba, yardımınızı isteyeceğim.

Biliyorum, iki duruma da çok alışık değilsiniz. Ne bir sanatçının sonuçlandırmadığı, yani izleyen/okuyan önünde “tescil imzasını” atmadığı bir projesini sizlerle paylaşmaya kalkmasına, ne de herhangi bir projesini sizinle “içinden” ve “belirsiz geleceğine dair” tartışmasına... Ama dedim ya, kafam karışık ve benim yardıma ihtiyacım var.

Her şey, yaklaşık 20 ay önce başladı. Otomobil tamircilerinin ve duvarda resim yapan ressamların meslek hastalığı olduğunu sonradan öğrendiğim boyun fıtığı, üç omurumu birden esir aldı ve sağ kolum, günün-gecenin önemli bir bölümünde uyuşmaya başladı. Resim yapmam yasaklandı. Ameliyat gerek, dendi. Rıza göstermedim ve fizyoterapiyle şansımı denemeye karar verdim. Yedi aylık bir yoğun fizyoterapi ile tekrar resim yapabilir hale geldim ve geçen yıl Dulcinea’da açtığım “Kendi...” sergisinin resimlerini yapmaya giriştim. İşte, sözkonusu bu yedi ay başladığında, madem resim yapamıyorum deyip belki aradığım bahaneye asıldım, yıllar önce evimden uzaklaştırdığım tüm ekranları geri çağırdım; bir televizyon, bir video oynatıcısı, bir uydu anteni ve bir kişisel bilgisayar. Bir internet servis sağlayıcının eliyle bu ortamla tanıştım. Orada burada gezerken, sohbet odalarında, forumlarda kimileyin etkin bir tanık, kimileyin katılımcı olurken, “net dili”nin hayatta bildiğim tüm dillere göre ne denli farklı nitelikler içerdiğini görmeye başladım. Heyecanlandım. Giderek, net sohbet ortamındaki dilin olanaklarının beni bir sanat etkinliğine doğru yönlendirmesi gecikmedi: “Odalar”

Önce (Superonline, Turk.Net, Raks.Net gibi) internet servis sağlayıcı şirketlerin sohbet odalarında başlattığım bu etkinlik, daha sonra ICQ’nun bire-bir sohbetin olanaklarını geliştiren ortamında sürdü. Peki neydi bu sanat etkinliği?..
Genellikle diyalog, (nick’inin seçimindeki zeka pırıltısı, kimi özellikli notları içeren “info”su, daha önceki kimi sınırlı sohbetlerin verdiği umut gibi) şu ya da bu özelliğinden dolayı seçtiğim kişiye, “bir sanatçı olduğumu, ressam olduğumu, sohbet ortamında bir sanat etkinliği sürdürdüğümü, ilgilenip ilgilenmediklerini” sormamla başlıyor. İlgilenenler, nasıl bir şey olduğunu sorarak yanıtlıyorlar. Anlatıp, soruyorum:

“Bulunduğunuz odayı tam da oturduğunuz yerden başlayarak anlatacaksınız. Odayı ve içerdiği her şeyi...

Ben, anlatımınızın arasında ve sonunda kendimce sorular soracağım ve cevaplayacaksınız. Ben daha sonra bu diyaloğu resme dönüştüreceğim. Kendi metniyle, diğer odaların metinleri ve resimleriyle birlikte sergilemek üzere... Katılır mısın?”

Şimdiye değin çağrı yaptıklarım arasında katılmak istemeyen çok az çıktı. Tam bir yıl içinde, kimisi yarım kalan diyalogları da sayarsam, 80’e yakın internet kullanıcısının benim yapacağım bir resme yönelik yaptığı “oda” anlatımına sahibim.

Katılımcıların kabul gösterdikten sonraki anlatımlarının çoğu, benim ikinci bir soruma verdikleri cevapla başladı:
“Benim kim olduğuma ilişkin kimi gerçek bilgileri isteyebileceğiniz gibi, tam tersine bu anlatım bitene kadar nick’im ve yaşım dışında (ICQ kimlik bilgilerim sadece yaşımı belirtirdi) hakkımda fazla bir şeyi bilmemek de isteyebilirsiniz. Böylece, en azından öğrenebileceğiniz ismini ve cinsel kimliğinin ne olduğunu bilmemeyi seçtiğiniz bir sanatçıya “sıfır noktası”ndan aktarmayı seçebilirsiniz! Ne istersiniz?”

Baştan hiç ummadığım bir biçimde, katılımcıların neredeyse yarısı, 37 yaşında bir nick’e aktarmayı yeğledi. Bir kısmı, aktarımdan önce zaten beni biraz tanımıştı; bir kısmı, özellikle kim olduğuma dair bilgiye ihtiyaç duydu; kimisi de, baştan kimliğime ilişkin temel bilgileri bilmemeyi isteyerek başlattığı aktarımın belli bir yerinde bu bilgileri talep etti. Bir nick’e aktarmayı seçen katılımcılardan küçümsenmeyecek bir bölümü ise, beni kadın sandı, hatta uzun süre bu sanısını “bana rağmen” korudu.

Katılımcıların çoğu kadındı. Erkekler, genellikle ya böyle bir sanat etkinliğine katılmayı baştan reddetti, ya “eğer ben bir kadın isem” anlatacaklarını söyledi, ya da sıkılıp yarım bıraktı. Benim açımdan da, birkaç zengin örneğin dışında erkek aktarımları, kadınlarınkine göre “daha kuru” aktarımlardı. Nesnelere ilişkin en ve boy hesaplarının, sürprizsiz bir detaycılığın anlatımlarıydı. Kadınlar ise genellikle, boşluğa, nesnelere, o sınırlanmış zamana ilişkin izleri, anıları, kokuyu, ışığı anlatmayı pek atlamadılar.

Genel olarak diyalog şu biçimde akıyordu:

Ben, “... olabildiğince bulunduğunuz yerden, ya da odanın belirlediğiniz bir yerinden aktarmaya başlayın. Sırayla odanın tüm duvarlarını dolaşarak aynı noktaya gelin. Aktarımın, benim yapacağım bir resim için olacağını unutmayın. Dolayısıyla, o odanın gözümde canlandırmam gereken nesnelerinin biçimleri, birbirlerine göre konumları ve renkleri özellikle umurumda olacaktır,” diyordum. O anlatmaya başlıyordu. Çok önemli bir aksaklık olmazsa pek karışmadan dinlediğim yaklaşık yirmi dakika süren bir aktarımın ardından, “bitti”, diyorlardı. Ben de, “pek sanmam” deyip net dilinde gülümsüyor ve sormaya başlıyordum.

Sorduğum sorularla ve cevaplarıyla yeni baştan başlayan oda yolculuğunun diyaloğu dört saat ile üç hafta arasında değişen zamanda akmayı sürdürüyordu. Tüm bu aktarımlar boyunca katılımcılar, genellikle o çok iyi bildiklerine emin oldukları odanın nesneleriyle, gerçek renkleriyle, o renklerin tonlarıyla, nesneler arasındaki ilişkinin sınırsız olanaklarıyla, pencere camının ardındaki –resme taşınması gereken- dışarıdaki yaşamın görüntüleriyle, mekan boşluğunun bilgisiyle, genellikle kapalı duran kapılarının açılmasıyla –bunu hep istedim- buluştukları evin diğer görünebilir alanları ile o oda arasındaki ilişkinin görünümleriyle, ışıklarının yolculuğuyla ve en son olarak da, en ummadıkları biçimde –bunu isteyebileceğimi genellikle baştan sezdirmemeye çabaladım- o mekanın (kedi ve köpekler dışındaki) tek figürü olarak kendi bedeninin renkleri ve biçimiyle yeniden tanıştılar.

Anlatımın bir yerinde durup, ötesini aktarmadan önce, yaşadığı göstermeci duygunun niteliğiyle hesaplaşanlar oldu. Bunun gerginliğiyle sürdüremeyenler, ya da hazla buna sahip çıkıp o güne kadar “çok sevemediği odasını” bu bahaneyle tümden değiştirenler ve aktarımı ondan sonra sürdürenler oldu. Oda ikimiz için de ayrıntılarıyla canlanmaya başladığında, sonuçta hiç tanımadığı bir insana neyi anlatmakta olduğu, o anlattığı şeyin belki de hayatının en gizli, sakınımlı, özel alanı olduğunu farkedip, bana karşı daha fazla güven ihtiyacı duyanlar oldu. Benim aslında bir sanatçı olmamam olasılığı üzerine kafası karışıp, temkinle anlatmayı sürdürenler ya da vazgeçenler oldu. Genellikle katılımcılar, kendini ancak bir ayna eşliğinde anlatabileceğini, kendini aktaramadığını farketti ve bunun sıkıntısını yaşarken aktarımlarının sürebilmesi için benden yardım istediler. Onlara, kendi bedenlerine ilişkin kendilerinin soramadığı, cevaplayamadığı soruları sorup, bazen onlar yerine yaptığım tahminler eliyle kimi cevaplar sundum.

Bu diyaloglar, ben o odanın resmini yapabileceğime inandığım bir “canlılığa ulaşıncaya kadar” sürdü ve her yaşta, meslekte, cinsel kimlikte, biçimde onlarca katılımcının –ve tabii ki benim- akıl, ruh ve nabzını taşıdı.
Benim için heyecan verici, sabırla ve istekle adım attığım, yaratım ruhumun, zekamın, düş gücümün tüm kıvrımlarını seferber ettiğim eşsiz bir sanat-oyun başlangıcı ve deneyimler toplamı oldu.

Sonra bu seksene yakın odanın bana en fazla heyecan veren ve birbirlerine göre çok belirgin farkları olan otuzuyla bir sergi açmayı hedeflediğim proje dosyasını hazırladım. Sanat etkinliğinin genel niteliklerini, olası sürecini, gereksinimlerini, bütçesini ve kimi örnek oda aktarımlarını içeren bu dosyayla destekçi firma aramaya giriştim. Bu yıl boyunca, onu aşkın bilgisayar/iletişim şirketiyle görüştüm ve her biri bu desteğe coşkuyla yaklaşıp, belli bir süre sonra “ekonomik krizin ve ardından daha da derinleşen ekonomik krizin boyutu nedeniyle”, neredeyse istemeye istemeye dosyayı geri teslim ettiler.

Odaların resimlerini, her biri “neredeyse bir oda enerjisi yaratabilecek kadar” büyük yapmayı, anlatıldığı gibi, tüm duvarlarını kapsayan bir parabolik yapıda oluşturmayı istiyordum. Bu da, beş metreye iki metre dolayında ölçüler gerektiriyordu. Tüm diyalogların, tüm üretim sürecinin ve tüm resimlerin yeralacağı –en az- dört yüz sayfalık dev bir kitap, sergilemenin ayrılmaz parçası olacaktı. Evet, bütçe oldukça yüklüydü. Yaklaşık 60 bin dolara gereksinimi vardı bu etkinliğin... Bulamadım. Hala cevap vermeyen iki şirket var. Bekliyorum.

Şimdi diyeceksiniz ki, “eeeee, hoş ya da değil, bir sürü şey yapıp kuyruğuna gelmişsin. Destek de belki bulursun yakında. Bir yandan resimleri yapmaya başlasan... Her şey olacağına varır. Bu muydu derdin? Nedir bizden istediğin yardım?”

Ama bilmiyorsunuz, işler karıştı arkadaşlar. Belki de öykünün en heyecanlı kısmı şimdi başlıyor.

Ama bir Kekeme bu kadar uzun zaten olmamalıydı. Daha uzun hiç olamayacak. İki hafta sonra anlatayım mı ötesini? Bekler misiniz?

Sevgiyle kalın, iyi olun.

Hiç yorum yok: