Pazar

Sanat-oyuna çağrı

Internet’e kendimi bağlayalı bir yıl geçti. Sıkı bir sörfçü olalı 10, ilk sohbet arkadaşları edineli 9, ICQ’yu keşfedeli 8 ayı geçti. Internet’te sanat etkinlikleri yürütmeye başlayalı da bir o kadar oldu. 165 kişi ilişki listemde ve çoğu sürdürdüğüm sanat etkinliklerinin katılımcısı... Bu liste iyice detaylanabilir aslında, herkes gibi, benim de “yönelimim” nereye ise, oraya doğru ve her başlangıcın ayrı tarihi yazılabilir: Haber gruplarından canlı kameralara, kapsamlı periyodik yayınların sayfalarından bu süre içinde tanışanların çıkarmaya karar verdiği genç net dergilerine, hacker sitelerinden polis departmanlarına, arkadaş aramanın yalnız çığlıklarının çapkınca salındığı sitelerden interaktif tasarım harikalarına...

Ben sanatçıyım. Aldığım eğitim resim ama ben şairim de... Şairler de, ressamlar da, ressam-şairlerden hazetmezler pek. Üstelik o insanın, sanatın ne olduğu tartışmasında sanatçıya yüzyıllardır ayrılan, onun da övünerek kurulduğu seçkin locayla da ilgisi yoksa... (Arada yoğun olarak ilgilendiğim kısa film ve grafik tasarım alanlarında da aynı tepkiyi görmek gülümseticiydi benim için; insanların asal yaratım alanlarının tek ve karıştırılamaz olduğunu hissetmeye ihtiyaçları var sanırım.) Ben, yaratım potansiyelinin hemen herkes için sözkonusu olabileceğini düşünenlerdenim. Yaratımın konusunun ise, en basit günlük etkinliklerimizin, alışkanlıklarımızın içinde bile varolduğunu bilenlerdenim. O yüzden, kışkırtıcı ve neşeli bir oyun kurucuyum. Farklı sanat disiplinleri arasında çalışırım ve sanat-oyunlar kurup, izleyeni, katılımcıyı oyuna çağırırım. Bu köşede kendimden bahsetmeye niyetim olmasa da, benim kim olup da burada yazdığıma dair asal bilgiyi baştan vermek istedim.

Kekeme’de, isteğim sizlerle birlikte kekelemek... O yüzden, belki baştan benim ortaya attığım ama sizlerin düşünceleri ve vereceğiniz her türlü karşılık ile biçimlenecek türlü sayıklamaların ne zararı var, diye düşünüyorum. Üstelik ne yalan söyleyeyim, her birinizin kimi sorularıma vereceği cevabı, kimi düşüncelerime tepkisini merakla bekliyor olacağım.

Öncelikle, yukarıda öylesine bir değindiğim, “sanatsal yaratımın asla seçkinci olmayan yaygınlaşabilecek niteliği”ne ilişkin –aslında hiç de yeni olmayan- düşüncelerimin, bir çoğunuzun sanat’a baktığı yerde çok yeni olduğunu düşünüyorum. Ne dersiniz? Herbirinizin, sanatçıları seçkin, sanatsal yaratımı da ulaşılamaz bir yerlere koyduğu zeminde, rüştünü ispatlamış bir sanatçı size “aslında yaratım potansiyeli senin içinde de var; farkında değilsin belki ama öyle... Bunu farketmediğin ve kullanmadığın her an, farketsen ve kullansan, kendini mutlu/doygun/iyi/özel hissedeceğin o olası yaratıcı zamanından biraz daha kaybetmen demek!” diyorsa, tepkiniz ne olur?

İnsanlığın, kendi mağarası, evi, sokağı, kenti içinde, yapageldiği en doğal eylemlerin, bizzat üretimin işlevsel nesnelerinin bile belli bir güzellik, uyum arayışı ile bezendiği, imlendiği, biçimlendiği zamanın duygusundan çok uzak olmak sizi rahatsız etmiyor mu?

Zaman’ın, mekanın, dilin, bedenin kendi olanaklarının alabildiğine indirgendiği, sığlaştığı bir zamanda yaşamak beni olduğu kadar sizi de rahatsız etmiyor mu?

Irkçılığın, savaş kışkırtıcılığının, milliyetçiliğin, yeni-barbarlığın tüm göstergelerinin bu kadar çabuk rağbet gördüğü bir dünya halinin, üstelik hepimizin gözü önünde akabilip, olabilmesine izin verdiğimiz bir duyarsızlıkta izleyicisi olmak, içimizin ne denli yoksullaştığına ilişkin bir fikir vermiyor mu?

Kaçımız kendimiz için de güzel giyiniyor, güzel kokuyor, dansediyor? Kaçımız herhangi bir şeyin fanatiği olmayı, kendi benliğini eksiltmek ve sürüleşmek olarak hissediyor? Kaçımız, bakın şu küçücük nesne, olgu, şey –ne ise- benimle birlikte bu rengi, biçimi aldı ve hayatı değiştirdi demenin sakin ve neşeli keyfini sık sık hayatına çağırıyor?

Cevap, “çok azımız” ise ve aslında bu olanaklıysa, bilin ötesi de olanaklı... Yeter ki kendimizi kışkırtmayı becerelim derim ben. Sizler? Ne dersiniz?

Hiç yorum yok: