Pazar

Sağolun; atölyemdeyim!..

“Odalar” ve “Odalar’ın sonu mu?” başlıklı yazılarımın ardından,

L. dedi ki:

Merhaba Hakan,
Doğrudan konuya girmek adına yazınla ilgili düşüncelerimi aktarmak istiyorum.
Fikir istemişsin. Bence Odalar’a devam etmen gerek çünkü bu işi bir noktaya kadar getirmişsin. Her şeyin bir bedeli vardır üstelik.
Bundan sonra yapacağın işlerde belki aklın bunda kalacak; bilmem ne dersin? Yoksa bir süre bundan kopup işin bir süre sonra kendini tekrar çağırmasını da bekleyebilirsin. Kendi payıma yaptığın işin, düşüncelerinin, hayata bakış biçimini bana çok yakın buluyorum. Belki seni fazla tanımıyorum ama yazdıklarından en azından bunu hissediyorum. Bu sanki bir yazarı, bir müzisyeni, bir yönetmeni sevmek gibi bir şey. Bu adam benim tarzımda diyorsun. Örneğin Kieslowski'nin filmlerini 92-93 senelerinde ilk izlediğimde bayılmıştım. O kadar az olanakla mükemmel filmler ortaya koymuş demiştim. Sonra başladım takip etmeye adamı. röportajlarını, diğer filmlerini vs. Ne demek istediğimi anlıyorsundur.
Çok fazla konuştum. Senin kararın önemli çünkü senin hayatına yön veriyor alacağın karar :)
Sevgiler, Saygılar


F. dedi ki:

aslında yalnız olunduğunun bilgisi zifiri, zehirli. içindeki o sarmal derinlikten birkaç basamak yukarı çıkıp yaratını, aşkını, mekanları, anları özlemek- becerilebiliyorsan- o kadar gerçek, o kadar düş, o kadar dolu dolu olabilmek galiba.
o basamakları tırmanmayıverdiğimde düşegitmeyi, ölegitmeyi, devrilmeyi, delirmeyi, herşeyliğe varırken hiçleşmeyi öyle bir “oldum” ki ben.
o yüzden özlersin de ve gidip getirirsin de belki yitirdiğini.
bu kadar.


P. dedi ki:

çok etkilendim hakan............... bilmiyorum şu an için............. çok çırılçıplaksın...... senin önünde soyunan o seksen kişiden de daha çıplaksın şimdi bu yazıda....
beklemezdim ama bunu geleceğini biliyordum. tanıklık inanılmaz bir yalnızlıktır....
darbe alacaksın.... üstelik seni sevmek ve korumak adına yaklaşanlardan alacaksın en büyük darbeleri....
kendinle hesaplaşman bu... inanılmaz etkilendim....
kekemenin şarkısı :)))
ruhuna sor.........bence onun buna ihtiyacı var........ruhun aldıklarının bedelini ödemeden resmetmene izin vermeyecek gibi.......
seni tebrik ediyorum.... beni şaşırttın :))))))))))))))))))))))))))) sen açıldın....her şey açıldı.
sanki önemli bir değişim noktasındasın.....çoğu zaman vazgeçebilmeyi göze aldığımızda..... kabullendiğimizde ortaya çıkanlar bizi şaşırtır....knowing the path and walking it are
different things....
senin öngördüğün onsuz bir yol şimdi.... son on yılda yürümekte olduğun yolun nirengi noktası yok gibi geliyor sana.... ama yürümeye devam et bakalım :)) mecburiyet yerine teslimiyeti
dene.....direnci kaldırırsan acı da biter.

W. dedi ki:

sevgili Hakan.... can dostum..
sana böyle hitap etmeme izin ver lütfen. seni böylesine yakın hissedip anlarken benden esirgeme bunu emi?
...sayfanı düzenli izleyemiyordum.. farkındasındır. ama son yazını okuduğumda onca emeğinin.. üstelik böylesine bedelle ödemesi yapılmış emeğinin bence çok daha fazlasına hakkı var. ve ben odalar çalışmana katılamadığım için gerçekten üzüntü duyuyorum. sen odaları tamamla.. boya...... seninleyim.. daha kimler olur ya da olmaz umursama. bu sensin.. senin yaratın..
ayrıca yalnızlık konusunda da sana katılıyorum.
that's the way it is!
sevgiyle kal Hakan


P. dedi ki:

kendini bu kadar vermek istediğinden emin misin?
ben hiç bir zaman bu kadar açık yazmayacağım için öncelikle bunu sordum. ilk yazından dolayı da hissettiğin ve çözemediğin bazı sorulardan dolayı mı bu kadar açık olmak istedin
okuyucuyu ve onları mı seviyorsun, sanat oyununu mu?
aşkından söz edelim o zaman! ona söyleyemediklerini yazamadıklarını mı yazıyorsun?
neden bu kadar açıksın o zaman sevmediklerine?
ben olsam bunu yayınlamazdım. özeline neden bu
kadar alıyorsun sevmediklerini?
bilmeseler de olur!
bedel ya da risk değil söylemek istediğim...
bunu kendine nasıl kabul ettirdiysen öyle görünecektir tabii ki sana...
bununla yüzleşmen gereken zamana sen karar vereceksin.


A. dedi ki:

sevgiline çok kızıyorum.
bu olaydan dolayı gidebileceğine inanamıyorum...
bu bir sanatın doğuşu...
ve o, doğmadan bir çocuğu yok etmiş. yazı güzel. devam...
yola devam. başladığın işi bitir...
Odalar'ı yarat... emeğine ve kaybına deysin.
Sanatını konuştur...


D. dedi ki:

öncelikle sana şunu söylemeliyim...
belki beni çok yapay bulacaksın, belki çok zayıf...
ama ben günlerdir böylesine burulmamıştım.
sen sadece önündeki eşiği atlayıp atlamamak konusunda şüphe yaşıyorsun. oysa bana sorarsan zaten bir ayağını kaldırmışsın...
bütün yapman gereken karşılığını vermek ve adım atmak...
inanır mısın bilmiyorum... ama ben şu an ağlıyorum.
hayır asla teşhirci değilsin. ASLA.
öyle çok isterdim ki bunu kendi adıma yapabilmeyi.
bencil değilsin
"Aşk, bedel demektir; unut bu resimleri de kaybedişine yan! Öğren!"
bu çok saçma hakan... inan bana. bu çok trajik ve saçma.
demin birine bir soru sordum...
aşkın karşılıklıydı bir ana kadar... şu veya bu sebepten dolayı o zincir koptu... peki hakan, bir zincir ne kadar güçlüdür? söyler misin bana?
ben sana söyleyeyim... bir zincir, en zayıf halkası kadar güçlüdür.
ve sen de, ben de biliyoruz ki o zayıf halka senin değildi.
kendini güzelle gibi bir anlam karıştırmaya çalışmıyorum...
sanat yapmak istiyor olman, yapıyor olman, "sen" olman suç değil.
affedilmeyecek misin?
kötü bir şey yapmadın. bence yapmadın.
anlamsız bir pişmanlık duyuyorsun.
yoksunluk duygun senin yaratıcılığını besleyecekse o zaman duy.


E. dedi ki:

"Odalar" benim son yıllarda tanık olduğum en yürekli ve en zamanına özgü yaşam deneyimi. Ve hayatının merkezinde "yaşamak" olan bir sanatçının diğer insanlar/yaşantılar üzerinden kendini sorguladığı en yaratıcı sanat etkinliği. Yaşam/deneyim/öğrenmek/sanat dizgesini birbirinden kopararak kim sana "bunlardan bize ne Hakan" ya da "sen
teshirci bir sanatçısın" diyebilir.
"Odalar"in ressamı, yaşamını sanata dönüştürebilen, hani OCÇ'nin de yüreğini titretmesi için yana döne aradığı kendi
yüreğini en üst notalara çıkarak anlatabilen ve sokak çocuklarının yanından bile hissiz geçen bizi sonunda "kötü hissettirebilecek" sanatçının ta kendisi.
Asıl biz imzasını atmadığın bu deneyim sırasında düşündüklerini/kekelediklerini ve sonunda kekemeliğinden de sıyrılıp en güzel sesinle anlattıklarını/paylaştıklarını hak edebiliyor muyuz?
Sıkıştığın hayat/yaratım aralığında naçizane yardım önerilerim
şunlardır: (Yardım istediğin için bunca ukalalığı yapacağım )
Ben öykünün bütününe baktığımda "durmak" la yüzleşmiş bir
savaşçı görüyorum. Değil onunla yüzleşmek çoğu insan onunla göz göze gelmeye bile korkar. Örneğin ben ondan delice, ölesiye korkarım ama kendim için değil, sevdiklerim için, onları benden alacak diye. Bazen bir telefon konuşmasında gelir gözlerime bakar... Kala kalırım, telefonun ucundaki sevilen afallar. "Durmak" gitsin diye beklerim. Şimdiye kadar hep gönderdim; çünkü yeterince yürekli değilim. Çünkü bu savaşın
sonunda ödül biliyorum ki; "yalnızlık"... Sense onunla yüzleşmeyi göze alıp sonunda kazandın/kaybettin.
Bence bu öykünün sonu şöyle olmalı: Ressam odalarındaki yalnız/mutsuz ve kablolardan uçuşan sözcüklerdeki duygu
kırıntılarıyla avunmaya çalışan insanların odalarını o kesif yalnızlığı artık resmetmeli ve sonunda ya da yalnızca; "konu edilmeyen, sorulmayan, odası gezilmeyen, bedeni dinlenmeyen
bir insan... durmuş, bu insandan insana yolculuğunda, kendi kadim sorularına kadim cevaplar arayan bir erkek"in odasını, kendi odasını, "duran"i, aşkının erkekle "duran"a bakışını, erkeğin ekrana bakışını ve onun gidişinden geriye kalan erkeği ve odayı çizmeli.
Ben yasadığımız iletişim cennetindeki iletişimsizlik cehennemini ve birbirimize bunca yakınken bunca yalnızlığımızı daha iyi anlatacak bir öykü, bir yaşantı olabileceğini sanmıyorum. Ayrıca
bence daha önemlisi "Duran"ı görmek istiyorum. Onunla savaşmış birinin gözleriyle ve ona verdiği kadim yanıtlarıyla.
Sevgiler,


G. dedi ki:

bu sen değilsin :((((((
şiddetle karşı çıkıyorum.
yeni bir oyun bu ve başrol ilk kez senin. bu kez insanlar sana özenli gizli sorular soracaklar. ama aradıkları hakan o sandıkları itirafçı pişman, odasında değil. hiç sevmedim hiç...
evet yalnızlıktan sıkıldığın bir günün yazısı olmalı bu.
başkasını kabul edemem.


K. dedi ki:

Git Hakan,
Yap... Yaptıkların senin... Yanlış yerden yanlış açıyla çıkan burun kılın gibi senin... Yanlışın bile güzel... Ötesi için... Ne çalışmalarını gördüm ne de seni tanıyorum şu sayfalar harici... Ama anlıyorum...
Üret... sen öyle varsın...
...
Kafan karışmasın... Dünyanın en doğru işini yapıyorsun ve tek kaygın yapacaklarını kestiremeyecek, sıralayamayacak kadar çok dolu olman belki de, bu korkuyla geçmişe bakıp duruyorsun... Yaptın bitti... Git, öteye Hakan, daha öteye...
En iyi olman değil... Senin için "sen" olman olması gerekenin en iyisi...
Ukalalığımı bağışla.
Sevgiyle sağlıcakla mutlu bir yıl geçirmeni dilerim...


C. dedi ki:

okurken ağladım...
yazıyı senden kurtarıp okuyamadım...
sen nasıl her kelimeyi düşünerek yazdıysan, ben de her kelimede durdum.
Seninle birlikte canım yandı...
tarafsız olamadım...
çok içten buldum...
ve de cesur...
ve her zaman olduğu gibi kafamı karıştırdın...
Böylesi paylaşımlardan hep sakınan Hakan niye bu sefer, hem de herkes ile... dostu ya da düşmanı ayırmadan bunu yapıyordu ki... değişen bir şeyler mi vardı... aslında cevabını bildiği bir soruyu mu soruyordu...
“Aşk, bedel demektir; unut bu resimleri de kaybedişine yan! Öğren!” mi dersiniz? (birçok kadın bunu diyecektir!..hatta gidene aferin diyenler bile olacaktır, biliyorsun!)
Sormasa mıydım? (Çok emin değilim...ama bunu yapabiliyor olmandan kurduğum ümit cümleleri var)
Kötü bir şey mi yaptım!
Affedilmeyecek miyim? (bu paylaşım ve öykünün ardından affetmemeleri mümkün mü sence? Çok da bağışlatıcı bir nedenle geliyorsun!)
Bu değişim beni şaşırtıyor Hakan ya! Nedense bu yazının ardından içselliğe attığın hep o müstehzi gülümseyişin geliyor! Ama ben bu değişim görüntüsünden garip bir haz aldım. Hatta bir de elime koz geçirmiş gibi hissediyorum  Bu yazıyı 2. kez hatta 2000. kez okuduğumda bile ben hep seni hissedeceğim. Ayıramıyorum ki tüm bildiklerimden ve senden, bir başka göz olmayı beceremedim arkadaşım!


E. dedi ki:

Merhaba. sanallıktan içimiz dışımız kururken yalnız olmadığımızı bildikçe galiba daha da çok bu batağa saplanıyor ve tek başımıza grup nevrozunun doruklarına çıkıyoruz. ancak olan evdeki sevgiliye oluyor. ha internet ha bir game hiç farketmez yanındakini dinlemekten vazgeçtiğin anlarda (aslında biliyorum vazgeçmemişizdir; ancak bir başka yöne doğru yapılan tercih insanı her zaman bir diğerinden uzaklaştırır) hayatın başka yüzü vurur seni. hatırladığın anlarsa vurgunu asıl yediğin andır ki o da pek kısa sürmez. işte o zaman seni sanallık da kurtarmaz zaten. kusuruma bakma kızgınım galiba, ama önemli olan gidenler değil nasıl gittikleridir çoğu zaman. biraz dönüp buna bak. bütün cevapları orada bulacaksın. henüz bir e-mail adresim yok. bilemiyorum bu sana ulaşacak mı? ama uzun yolda bin yılda sana bir şans daha tanınması dileğiyle .....

S. dedi ki:

yormuş seni bu yazı.
ağır, içime oturdu.
seni rahatlattı mı peki yazmak?
ilk yazıdan sonra seni az biraz tanıyan herkes zaten bunu bekliyor. bekleyenler anlayacaktır, beklemeyenler de önemsiz zaten :)
renklerin ne güzel ağır adam.


Eski sevgili dedi ki:

Gerek Kekeme’deki, gerek Soluk’taki yazılarına çok kızdım.
Bu sen değilsin. Ben binlerce insana bu yazıları yazan Hakan’ı tanımıyorum. Uzun, çok uzun bir süre beni arama!


Hakan Akçura dedi ki:

Hafifledim. Şaşırdım. Utandım. Korktum. Üzüldüm. Hiddetlendim. Sakinleştim. Su kaplarımı doldurdum. Tuvalimi gerdim. Fırçalarımı temizledim. Atölyemdeyim. Sağolun.

Geçtiğimiz yıl ne kadar acı, ağır bir deneyim ise, o kadar da gerekliydi...
İçimizdeki dengeye, ışığa, benliğimizin sınırsız renklerine daha dost, çıplak, eşit bir yerden bakmamızı sağlamak için...
Yalnız olduğumuz kadar çoğul bir insanlık, inanılmaz haksız ve insafsız davrandığımız bir yerküre, unutmak üzere olduğumuz bu inanılmaz gökyüzü, bu evren ve aşk, kendini hatırlattı... Yaşanmalıydı.
Unutmamak üzere. İyi olun... 2000'de.

Hiç yorum yok: